Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu, kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kişilerin bir yıldan…
İnançlı İşlem Davası
İnançlı işlem davası nedir? İnanç sözleşmesi ne şekilde kurulur? İnançlı işlemin ispatı nasıl yapılır? İnançlı işlemlerde delil başlangıcının önemi nedir?
Giriş
Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir. İnançlı işlemlerde inanan ve inanılan taraf, inanç sözleşmesinin konusunun mülkiyetinin önce inanılana geçmesi; ardından inanana geri dönmesi hususunda anlaşırlar. Hukuk Genel Kurulunun 17.05.2000 tarih ve 2000/2-888 E., 2000/885 K. sayılı kararında belirtildiği gibi inançlı işlemler, bir kimsenin menfaatinin başkası tarafından korunması veya teminat sağlamak amacıyla ona bazı hakları ciddi olarak devrettiği, ancak hakları iktisap edenin bunlardan doğan bazı yetkileri hiç kullanmaması, bazılarını da ancak önceden hak ve halen menfaat sahibi olanın gösterdiği biçimde kullanmak zorunda olması hususunda tarafların anlaştığı işlemlerdir. Görüleceği üzere inançlı işlem güven esasına dayanan bir hukukî işlemdir. Taraflar birbirlerine duydukları güven sonucu bir malın mülkiyetini sözleşmenin karşı tarafına geçirir ve daha sonrasında bu malın kendisine geri döneceğine güvenir. Hatta inanan, malın kendisine döneceğine güvenen kişi olarak tanımlanır.
inançlı işlem davası
İnanç Sözleşmesi
İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukukî sebebini teşkil eder.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
inançlı işlem davası
Sözleşmenin Sonuçları
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukukî muamelelerden daha güçlü bir hukukî durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin ise borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 97. maddesi) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 26 ve (818 sayılı Borçlar Kanunun 19 ve 20.) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
Ancak, Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu müdürlüklerinde resmî şekilde yapılabilmektedir. Bu nedenle taşınmaz mülkiyetinin nakli tapuda inançlı temlik yoluyla yapılamamaktadır. Bu durum da taşınmazların inançlı devrinin muvazaa ile karıştırılmasına neden olmakta ve pek çok sakıncayı beraberinde getirmektedir. Hak sahipleri, taşınmazı inançlı olarak devretmek istemelerine rağmen tapu müdürlüklerinin bu işlemi yapamaması nedeniyle taraflar tapuda işlemi genellikle satış sözleşmesi şeklinde yapmakta, gerçek iradelerini yansıtan ve gizli işlem olarak gözüken inanç sözleşmesi ise şekil şartını taşımadığından taşınmazların inanç sözleşmesiyle devri mümkün olmamaktadır.
inançlı işlem davası
İspat
Ayrıca İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde, inanç sözleşmesi olarak anılan belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi yeterli görülmüş olup, hiçbir yerinde inançlı işlemin dayandığı yazılı belgenin, en geç işlem tarihinde veya daha önceki bir tarihte düzenlenmiş olması gerektiği hususu tartışılmadığı gibi değinilen bu konuda en ufak bir açıklamada dahi bulunulmamıştır. Bunun dışındaki bir kabul, İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi anlamını taşıyacağından, bu durum hukuk düzeni tarafından kabul edilemez.
Bu nedenle, inanç sözleşmesine dayalı iddiaların şekle bağlı olmayan, tarafların imzasını taşıyan yazılı belge ile kanıtlanabileceği, inançlı işleme konu belgenin, akit tarihinden önce ya da sonra düzenlenmesinin sonuca etkili olmadığı İçtihadı Birleştirme Kararının doğal bir sonucudur. Sözü edilen kararın gerekçesinde yazılı belgenin akitten önce veya sonra düzenlenmesi gerektiğine; diğer bir deyişle akitten sonraki tarihi taşıyan belgenin geçerli olamayacağına dair bir ifade ya da hüküm yer almadığı gibi sonuç bölümünde yalnızca “nam-ı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatının caiz olduğuna” hükmedilmiştir.
Görüleceği üzere tapulu bir taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup, yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gereğidir. Ancak inançlı işlemin yazılı delilini oluşturan inanç sözleşmesinin varlığını, inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1. maddesindeki genel hükümler uyarınca ispat etmesi gerekmektedir.
Özetle inançlı işleme dayalı iddia, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanabilir. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.
Afyon avukat büroları arasında bulunan Çankaya&Kurt Hukuk Bürosu inançlı işlem davası alanında da hizmet vermektedir. İletişim: